Allah'a Yöneliş


Hepiniz O’na yönelerek, emrine uygun yaşayın; namazı da dosdoğru kılın. Müşriklerden olmayın.

         Rum Suresi / 31
 
Yukarıda mealini verdiğimiz âyet-i kerîmede üç emir, bir yasaklama bulunmaktadır.
 
Mealde yönelmek kelimesiyle Türkçeleştirilen kavramın Arapçası inabedir. Mealde yer alan emrine uygun yaşayın ifadesi de Arapçadaki ittekû karşılğıdır. Bu kelime bizim yabancı olmadığımız takva kelimesiyle aynı köktendir.
 
Demek ki ayet-i kerimede emredilenler, inabetakva ve namaz, yasaklanan da
şirktir.
 
Bu yazımızda bahsi geçen dört kavram hakkında bilgiler vermeye çalışacağız.
 
İnabe, Allah Teala’dan gayri şeylerle alakasını keserek O’na dönmek demektir.
Allah’a yönelmenin tevbe ,inabe ve evbe derecelerinden bahseden Kuşeyrî hazretleri, kulun işlediği günahtan sonra ceza korkusuyla Allah’a yönelmesine tevbe, sevap ümidiyle Allah’a yönelmesine inabe, ceza korkusu veya sevap ümidi ile ilişkili olmaksızın sadece Allahın emrine uymuş olmak için yönelmesine de evbe dendiğini belirttikten sonra bu kelimelerin geçtiği âyet-i kerimelere atıfta bulunmaktadır.
 
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri de, mealini verdiğimiz âyet-i kerîmenin tefsirinde İbrahim ibni Edhem hazretlerinin inabeyi tevbenin ikinci merhalesi olarak gördüğünü söylemektedir.
 
İbrahim Edhem hazretlerinin bu konudaki sözü şöyledir: Kul, tevbesinde sadık ve samîmi olduğu zaman münib (inabe eden) olur. Çünkü inabe tevbenin ikinci derecesidir.
 
İkinci sırada yer alan ve takva sahibi insanlar olarak yaşamamızı öğütleyen ilahi buyruk, bize, Allaha karşı gelmekten sakınan, her attığı adımı dikkatli atan, başıboşluktan uzak insan olma yolunu göstermektedir. Rabbi tarafından emredileni yapan, Rabbinin yasak ettiğinden de kaçan mümin, takva yolunu tutmuş demektir.
 
Yeryüzünde hiçbir kurala tabi olmadan yaşayan bir toplum yoktur. Her toplumun uymak zorunda olduğu kurallar vardır. Her birey mutlaka bir dünya görüşüne sahiptir ve kabul ettiği dünya görüşünün kuralları doğrultusunda yaşamayı kendisi için görev bilir. Ziya Gökalp’in gözlerimi kaparım vazifemi yaparım derken anlatmak istediği budur.
 
Takvayı şiar edinmiş müslümanın diğer insanlardan farkı bütün yaptıklarının hesabını Allaha vereceğini düşünerek hareket etmesidir. Bu, onun aşırılıklardan uzak bir insan olarak yaşayacağı anlamına gelmektedir. Kimseye haksızlık etmediği için insanlarla uyumu da mükemmeldir.
 
Ayet-i kerimede yer alan üçüncü emir, namazın dosdoğru kılınması emridir. Takva üzere hayat sürmek, bütün ibadetleri şartlarına riayet ederek yapmayı gerektirir. Bu ibadetler arasında namaz da vardır. Bununla birlikte ayet-i kerimede namaz ayrıca zikredilmiştir. Bazı tefsir âlimleri bunu, namazın inabe ve takva’ya yardımına bağlamaktadırlar. Bu noktayı izah ederken de Ankebut suresinin 45. ayet-i kerimesini delil göstermektedirler. Bahsi geçen ayet-i kerimenin konumuzla ilgili kısmının meali şöyledir:… namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, hayasızlıktan ve kötü şeyden alıkoyar.
 
Ayet-i kerimede yasaklanan şey şirktir. Şirki, her ne suretle olursa olsun, yalnız Allah Taalaya ait olan yaratma, rızık verme ve benzeri şeylerin bazı yaratıklarda da bulunduğunu kabul etmek böylece Allah’a ortak koşmak diye tanımlamak mümkündür. Çok tanrıcılık şirktir, tek tanrıcılık tevhiddir şeklindeki tanımlama şirki izah etmeye yetmez.
 
Şirk deyince aklımıza ilk gelen şey puta tapıcılık olmaktadır. Doğrudur. Puta tapıcılık şirkin en tipik örneğidir. Ama şirk puta tapıcılıktan ibaret değildir. Gök cisimlerine, ateşe, meleklere tapmaktan tutun da nefsi ilah edinmeye varıncaya kadar şirkin çok çeşitli tezahürleri vardır.
 
Mesela, herhangi bir ideoloji mensubu bağlı bulunduğu ideoloğun görüşlerini Kur’an-ı kerimde bildirilenlerin önüne geçiriyorsa o ideoloğa taptığını söylesin veya söylemesin şirke düşmüş olur. Bunun delili Tevbe suresinin 31. Ayet-i kerimesinin Peygamber Efendimiz tarafından nasıl tefsir edildiğini gösteren şu olaydır:
 
Bir Hıristiyan olan Adiy ibni Hâtim, Peygamber Efendimizin huzuruna çıktığında Efendimiz ona, bahsi geçen Ayet-i kerimenin bilginlerini ( hahamlarını), rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan ayrı rabler edindilermealindeki kısmını okudu. Adiy, Hıristiyanların din adamlarına tapmadığını söyledi. Efendimiz, din adamlarının helal olanı haram, haram olanı da helal saydığını, halkın da onlara tabi olduğunu, bunun din adamlarına tapmak anlamına geldiğini söyledi.
 
Eski asırlarda kendilerine tapınılan Nemrud, Fir’avn gibi hükümdarların bulunduğunu Kur’an-ı Kerimden öğreniyoruz. Eski yunanlıların birçok tanrıları bulunduğunu da yunan mitolojisiyle ilgili tarih kaynakları bildiriyor. Günümüzde güneşe tapanların, ineğe tapanların bulunduğunu biliyoruz.
 
Tek bir tanrıya taptığını söyleyenler eğer taptıklarını söyledikleri tanrıya âcizlik ve benzeri Hak Mabud’da bulunması düşünülemeyen şeyler isnad ederlerse veya tanrının dünyada olup bitenlere karışmadığını söylerlerse yine Allah’ın birliği ilkesinden uzaklaşmış olurlar.
 
Maide suresinin 17. Ayeti kerimesinde Rabbimiz şöyle buyuruyor:
 
Hiç şüphesiz Allah, o Meryem’in oğlu Mesih’tir’diyenler andolsun ki, (şirke düşüp) kâfir olmuşlardır.
 
Tevbe suresinin 30. Ayet-i kerimesinde de şöyle buyuruluyor:
 
Yahudiler:’ Üzeyr Allah’ın oğludur’ dediler. Hıristiyanlar da ‘(İsa) Mesih Allahın oğludur’ dediler .Bu, onların ağızlarıyla (cahilce geveledikleri) sözleridir.(Böylelikle onlar ) daha evvel küfre sapanların sözlerini taklit ederler.
         Yukarıdaki Ayet-i kerimeler açıkça gösteriyor ki - bazılarının söylediği gibi- ehl-i kitapla inanç bakımından farkımız, yalnızca onların, Peygamberimizi tanımamalarından ibaret değildir. Kaldı ki Peygamberimize inanmakla Allaha inanmak arasında çok sıkı bir bağ vardır. Eski semavi kitapların tamamında Peygamberimizin geleceği haber verilmiştir.
         
          Allahın huzuruna şirk günahıyla gidenlerin hiçbir kurtulma ümidi olamayacağı Kur’an-ı kerimde açıkça ve defaetle bildirilmiştir. Müfessirler, inabenin dini Allaha has kılmakla yakından ilgili olduğunu bildirerek Ayet-i kerimenin başıyla sonu arasındaki münasebete dikkat çekmişlerdir.
 
          İhtiva ettiği kavramları açıklamaya çalıştığımız bu Ayet-i kerimeyi, O şirke sapan kimseler dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. (Bunlardan) her grup kendilerindekine güvenmektedir mealindeki Ayet-i kerime izlemektedir.
 
           Hak dinin, Hazret-i Adem’in çocukları olan insanları bütünleştirdiği tefrikadan uzaklaştırdığı, şirkinse bölünmeye düşmanlığa götürdüğü gerçeği bu Ayet-i kerimelerin ışığında bir kere daha düşünülmeli ve günümüz problemlerinin çözümü bu gerçekte aranmalıdır.
 
Prof.Dr. M.TAHİR YAREN

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski