Ey Mü’minler, Allah’ın Dinine Yardımcı Olunuz!


Rabbimiz biz mü’minlere şöyle buyuruyor:
Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olunuz! Nitekim Meryem oğlu İsa havarîlere; ‘Kimler, Allah’a doğru giden yolda benim yardımcılarım olmak ister?’ demişti. Havarîler de ‘Bizleriz, Allah’ın yardımcıları’ demişlerdi...”[1]
Demek oluyor ki istinasız iman ehli olan herkes, tıpkı Hz. İsa’nın (as.) ashabı olan havarîler gibi dîn-i İslâm’a hizmetle vazifelidir;
O halde her mü’min, îlâ-yı kelimetullâha çalışmalı; dinî hakikatleri yaymalı, tebliğ etmeli, savunmalı; emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmalı, İslâm’ın hasım ve düşmanlarına karşı maddeten ve mânen canla başla cihad etmeli; malını Allah yoluna hayırlara sarf eylemeli; müslümanlara her yönden yardım etmeli, onların dertleriyle dertlenmeli, elemlerinden muzdarip olmalıdır.
Ama müslümanlar bu şuurda mıdır? Maalesef hayır!
Müslümanların bir kısmı fakirdir; geçim derdine düşmüş, âhiretini unutmuş, dünya telaşına dalmış, feleğini şaşırmıştır. Allah’ın vermeyi vaat buyurduğu, tekeffül ettiği, rızkının peşinden koşup durmaktadır; garantilinin peşinden koşmakta, istenilen hizmetleri ihmal etmektedir. Halbuki Hz. Peygamber şöyle buyurmuş:
“Her kimin ki niyeti (hedefi, gayesi) âhiret olur; Allah onun dağınığını toparlar; gönlüne zenginlik verir; dünyalık da peşinden burnu sürte sürte (mecburen) gelir, ulaşır.”[2]
“Aksine, her kimin ki niyeti dünya olur; Allah onun işlerini dağıtır, fakirliği iki gözü arasına getirir; dünyalıktan da ona ezelde ne takdir edilmişse ancak o gelir (fazlası değil).”[3]
Diğer bir kısım müslümanlar ise varlık içinde yüzmektedir, zengindir, dertsizdir, keyfi peşinde koşar, şatafata yönelmiş; vazifelerini, borçlarını, âhireti, hesabı unutmuştur; hasta olmaz, zora gelmezse Allah’ı anmaz. Malını hak yola harcamaz, dindaşlarının ıstırabını duymaz, fakir ve mazlum müslümanların perişanlığından duygulanmaz; ölenden, ölümden ibret almaz. Hak sözden, öğütten sıkılır; dindardan, alimden kaçar...
Halbuki Mevlamız böylelerini şiddetle tehdit eylemiş ve “Altını, gümüşü istifleyerek biriktiren, onları Allah yolunda (cihada, hizmete, hayra) sarf etmeyenleri elim bir azap ile müjdele!”[4] buyurmuştur.
Diğer bir grup müslüman ise güya hak yolda gayrettedir ama asıl din düşmanlarını bırakmış, müslümanlarla cenge girişmiştir. Müslümanın müslümana kanı, canı, malı, ırzı, şerefi haram iken; birbirlerine üç günden fazla dargın kalması bile caiz değilken; gözünü kırpmadan canına kıyar, kanını döker, yuvasını yıkar... Buna da şer’î bir mesnet bulur, dinî bir gerekçe uydurup yakıştırır.
Ele silah alıp karşı karşıya gelenler kadar olmasa da yine aynı zihniyetle çalışan bir başka grup daha var; gayretli ama ters doğrultuda; bir hizmet yapmak istiyor ancak yön sapık, bilgi sathî; karşısındaki müslümana hüsn-i zannı, sevgisi, müsamahası, şefkati, acıması yok. İşleri kıyasıya tenkit, mü’minleri tekfir edip kâfirlikle suçlamak; ulemayı, selef-i sâlihîni beğenmemek, dinimizin üzerine titrediğimiz ahkâmını kendi kısa reyleriyle tağyire kalkışmak, mezhebimize ve itikat esaslarımıza laubali hücum etmek; asılsız, temelsiz, mantıksız, hikmetsiz reformlar peşine düşmek; felsefeye, fikre, ilme doyamıyor gibi görünüp içtihatlar ortaya atmak, ortalığı ve zihinleri teşviş etmek... Ama bütün bu sakametlerine rağmen kendilerini doğru yolda sanıp bütün diğer müslümanları hatada görür, 1400 yıllık ulemayı hiçe sayar, tasavvufa çatarlar.
Bu kardeşler, kardeş olduğumuzu ne zaman anlayacaklar; eskilerin, yenilerin hukukuna riayeti ne zaman öğrenecekler; zaten bin bir maddî mânevî derdi olan dindaşlarına ezayı, hücumu ne zaman bırakacaklar?
O halde değerli müslümanlar, sizler aslî vazifenizi unutmayınız. Allah’ın dinine gerçek yardımcılar olunuz, dünya hayatının zenginliği veya fakirliği, telaşı ve tasası sizi iyi kulluktan, salih amelden, güzel hizmetten alıkoymasın. Gayretlerinizin Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünneti istikâmetinde olup olmadığını sık sık inceleyip, irdeleyip kontrol ediniz. Müslüman kardeşlerinizle uğraşmayınız, onları incitmeyiniz ki onların zaten yeterince dertleri ve düşmanları var.
Yâ Rab, bize hakkı hak olarak gösterip ona uymayı nasip eyle, batılı batıl olarak tanıyıp ondan uzak olmayı müyesser kıl ve bizi bir göz yumup açıncaya kadar bile kendi nefs-i emmârelerimizin eline bırakma!
Kaynak:
Mahmud Esad Coşan


[1] 61/Sâf, 14.
[2] İbn Mâce, “Zühd”, 2, hadis no: 4105; Ahmed b. Hanbel, V, 183, hadis no: 21630; Dârimî, “Mukaddime”, 24, hadis no: 229; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, V, 143, 154, hadis no: 4891, 4925; a.mlf., el-Mu’cemü’l-evsat, VII, 201, hadis no: 7271; İbn Hibbân, II, 454, hadis no: 680.
[3] Ahmed b. Hanbel, V, 183.
[4] 9/Tevbe, 34.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski